Futbol Olgusu Üzerine Yazılar - 1


Dünyada en yaygın olarak oynanan ve izlenen oyunun futbol olduğu hepimizin bildiği bir gerçektir. Fakat onun bu yaygınlığı ve etkinliği özellikle ülkemizde yeterince konu edilmiş değildir. Gazetelerde siyasi ve ekonomik haberlerden sonra en çok yer ayrılan bölüm futboldur. Sinema, tiyatro, müzik ve diğer sanat alanlar, dış haberler bile gazetelerde futbol kadar kendine yer bulamamaktadır. X şahsının A takımından B takımına geçişi yarım sayfa ile haber olabilirken, ülkenin genelini ilgilendiren bir yasa değişikliği haberi çeyrek sayfa bile yer kaplamayabilir.


150 hektarlık bir alanda gerçekleşen orman yangınının bir futbolcunun yan bağlarında olan kopmadan daha az ilgi uyandırıyor olması zihnimizdeki medyatik ve popüler totemleri bir kenara atarsak nasıl izah edilebilir? Sürekli içinde olduğumuzdan, derinlikli olarak farkına varamadığımız bir olgu mudur futbol?

20. Yüzyıla gelinceye kadar insanlık tarihinde insanların ihtiyaç duyduğu aidiyet duygusunu dolduran iki temel kimlik vardı: ırk ve din. Kabile, aşiret, aile, kültür kimliklerini ırk kimliğinin alt dalları olarak ele alırsak 20. Yüzyılla birlikte dünya genelinde en yaygın olarak ortaya çıkan 3. kimliğin futbolla ilgili olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bu kimlik kimi takım taraftarlarınca o kadar ileri boyuta vardırılmıştır ki ırk/millet ve dinin bile önüne geçebilmiştir. Köyü için, yaşadığı şehir için, bir tiyatro kulübü için, bir yazar için , bir parti için, bir dernek için, bir sendika için, herhangi bir kurum için "Ölümüne XYZ" sloganını ya hiç duymamışızdır ya çok az duymuşuzdur fakat bir çok stadyumda "Ölümüne X takım" sloganını sıkça duyabilmekteyiz.

Ölümüne sevilecek, desteklenecek, sahiplenilecek ve yaşamının en önemli kimliklerinden biri haline getirilecek kadar değer atfedilmiş futbol takımının kimlik bağlamında atfedilen bu öneminin irdelenmesi ele aldığımız konuyu anlamamızı kolaylaştıracaktır.

Ünlü filozof Albert Camus; "Kendimi sadece tiyatro salonunda ve futbol maçlarında tıklım tıklım dolu bir stadyumda masum hissedebiliyorum" derken neyi anlatmak istemektedir?

Arjantinli efsane futbolcu Gabriel Omar Batistuta; "Futbolu son 6 yıldır sadece iş olarak görüyordum ve işimden emekli olduğumdan beri futbol izlemiyorum" demekle futbolun artık bir oyun olmadığını mı anlatmak istemiştir?

Gerçekte ölümüne sevilen nedir? Birey olarak takımı oluşturan futbolcuların kendileri mi? Takımın yöneticileri mi? Takımın başkanı mı? Takımın renkleri mi? Takımın maçlarını oynadığı stadyum mu? Takımın simgelediği şehir ya da bölge mi? Takımın temsil ettiği düşünsel içerik mi? Bir futbol takımı tam olarak bir taraftarının anlam dünyasında neyi ifade eder?

Kim X adındaki bir futbolcu için canını feda eder? Ve tek tek ele aldığımız bu unsurlar için? Eğer verilecek cevap "bunların hepsi için" ise, o halde "takımı oluşturan bu unsurlar neden ölümüne sevilmeyi hak etmiyor" sorusuna nasıl bir cevap verebiliriz?

Ölümüne desteklenen bir futbol takımı futbolculardan yöneticilerden başkandan renklerden oluşan zihinsel bir tasavvur mudur yoksa onu oluşturan unsurlardan çok daha fazlasını ve apayrı bir anlam dünyasını mı ifade eder? Yoksa takım dediğimiz şey kapitalist dünya düzeninin ve onun en önemli gücü olan medyanın zihnimizde inşa ettiği bir kimlik oyunu mudur?

Futbolun dünyada bu kadar yaygın oynanmasının ve seyredilmesinin sebebi gerçekten de genellikle söylendiği üzere onun basit ve kolay anlaşılır/oynanır bir oyun  oluşu mudur? Amatörce futbol oynamak amatörce atletizm yapmak ya da basketbol oynamaktan daha mı kolaydır gerçekten?

Bizi stadyumlara ya da ekranlara çeken gerçekten futbolun oyun olarak içerdiği estetik, heyecan, hız, gol vb. gibi oyunsal atraksiyonlar mıdır yoksa bunun ötesinde takım adı altında simgeleştirdiğimiz bir kimlik savaşının uzantısı mıdır?

Hiç birimiz gördüğümüz güzel bir rüyadan uyanmak istemeyiz. 20. ve 21. yüzyılların en büyük rüyası olan futboldan uyanmak için de insanların elinde yeterince neden yok. 35 metreden yapılan bir serbest vuruşta kavisle giden topun doksandan ağlara takılmasından sonra takımımızın şampiyonluğu kazanmasına benzeyen hiçbir yaşamsal gerçek bulamayız. Dünya tarihinin savaşlar dönemi bittiğinden ve savaşların makinelere ve teknolojik silahlara devredildiğinden beri kılıcı ve tuttuğu ülkesini, şehrini ve toplumunu koruma güdüsü, 'düşmanlarına karşı savaşma varoluşu' elinden alınmış olan insan 19. Yüzyılın sonunda bu tarihsel güdülenmesini devam ettirecek silahı buluyordu: futbol topu.

Herhangi bir olgu hakkında düşünmek o olguyu daha iyi içselleştirmemizi sağlamayabilir. Futbol hakkında ne kadar yazarsak yazalım bir takımın kritik bir maçta attığı golden sonra taraftarının girdiği duygu transını tam olarak anlayamayacağız. Futbol hakkında çok şey bilmek bir maçtan alınan keyfi azaltıp artırmadığı gibi taraftarın niteliğini de arttırıcı önemli bir etken değildir.

Her şeyin bir amacı olmalı, bir insan neden futbol üzerine düşünme ve onun yaşamındaki etkilerini araştırma ihtiyacı hisseder? Aslında bu sorunun cevabı basittir: çünkü 21. Yüzyılda yaşıyoruz. Post modern dönem olarak sosyolojik düzlemde adlandırabileceğimiz bu çağ gerçeğin bin bir takla attırılarak farklı boyutlara dönüştürüldüğü çağdır. İnsanla düşüncesi arasına binlerce görsel ve işitsel materyalin sokuşturulduğu, anlamaya çalıştığımız şeyin binlerce parçaya bölünüp sadece bir parçasının bize gösterildiği menfaatimize uygun olmayan bir durumun bizim yararımızaymış gibi gösterilmesinin zor olmadığı, yaşamı anlamlandırmalarımızın kendi inisiyatifimizin tamamen dışına çıkartılarak yönlendirmelerin kucağına itildiği, beğenilerimizin ve zevklerimizin küresel bir ağla yine bizim dışımızda bize dayatılarak şekillendirildiği bir çağda yaşıyoruz. Bu noktadan yola çıkarsak şu soru kaçınılmaz oluyor: çocukluğumuzdan itibaren çevremizde en çok karşılaştığımız daha sonra ise medyanın en çok yer ayırdığı kült olan futbol, insanoğluna dayatılan ve aslında zihnimizde konumlandırdığımız yeri hak etmeyen bir olgu mudur?

Küreselleşmenin son evresi olarak ifadelendirilen futbol taraftar pratiğinde Sosyal Psikoloji adlı kitabında Stephen Franzoi'nin dediği gibi, "taraftarların tuttukları spor takımlarının galibiyet karşısında gösterdikleri reaksiyon, etnik grup üyelerinin, diğer grup üyelerinin başarıları karşısında duydukları gurur ve vatandaşların ülkelerinin askeri veya siyasi alanda gösterdiği başarı karşısında duydukları memnuniyettir" gibi sahte bir simgesel hazzı mı ifade etmektedir?

Futbol hakkında soracağımız bu soruların cevabı taraftarlık ve futbol oyunu niteliğinde hiçbir katkı sağlamasa bile bu rüyadan uyanma riskini de göze alabilenler için insanın kendini gerçekleştirmesinde küresel algı dayatmalarının dışına çıkarak onu yeniden kavramasını ve cilalatılmış yüzeyinden soyularak olduğundan farklı anlamlara taşmadan olduğu gibi sevmemizi sağlayabilir.

Futbolun geniş kitlelerce benimsenmesi ve kitleler üzerindeki derin etkisi üzerine ülkemizde kısıtlı çalışmalar bulunmakla birlikte bu konuda benim ulaşabildiğin en kapsamlı çalışma Ömer Onur Erdem'in futbol üzerine yazdığı yüksek lisans tezi çalışmasıdır.* Bu çalışmasında futbolun küreselliğini hem fiziksel hem psiko-sosyal açıdan ele almaktadır. Neden başka bir spor branşının değil de futbolun dünyanın her yerinde benimsendiğini şöyle özetlemektedir:

1.          Birçok farklı mekânda oynanabilmesi
2.          Birçok farklı zeminde oynanabilmesi
3.          Birçok farklı hava koşulunda oynanabilmesi
4.          Oynanması için gereken malzemelerin kolay temin edilebilmesi
5.          Oynanmasına engel olabilecek önemli fiziki sınırların olmaması
6.          Kurallarının basit ve anlaşılır olması
7.          İzleyiciye sayısız senaryo sunabilmesi
8.          İnsanların kendilerini futbol takımlarıyla özdeşleştirebilmeleri

Ömer Onur Erdem'e göre tüm bu sebeplerden ötürü futbol, dünyanın en küresel fenomenlerinden birine, belki de birincisine dönüşmüş; yeryüzünde bugüne kadar hiçbir imparatorluğun ulaşamadığı kadar geniş sınırlara yayılmış, dünya çapındaki hiçbir kültür endüstrisi ürününün erişemediği kadar geniş kitlelere erişmiştir. Bu özelliği nedeniyle de ideolojilerle yolları kesişmiş, ideolojilerin kitleler üzerindeki etkisinin arttırılması için bir araç olarak kullanılması da, bu durumun doğal bir sonucu olmaktadır.

Bu gerekçelendirmeler her ne kadar büyük oranda gerçeklik payına sahipseler de futbolun içini doldurduğu psikolojik boşluğu yeterince ifade edememektedir. Futbolun kapitalistleşme süreciyle birlikte artan boş zamanların değerlendirilmesine paralel bir  hızla genişlemesi tespiti yapılırken bu boş zamanların neden başka eylemlerle değil de futbolla doldurulduğuna ilişkin ne bu çalışma ne de şimdiye kadar okuduğum diğer çalışmalarda yeterince bir cevap yoktur. Onun kürselleşmesini açıklayabiliriz. Onun yaygınlığının nedenini açıklayabiliriz. Fakat bunlar futbola sadece McDonald's keyfinin biraz daha ötesi ya da bir sosyal etkinliğin biraz daha abartılısı gibi anlamlar yükleyerek olduğu yeri tam olarak konumlandıramamıza neden olur. Yine bu çalışmalarda ideoloji ile futbolu ayırmakta iken burada futbolun ideolojiyle iki dişlinin birbirine geçmesi gibi içe içe girdiği görmezden gelinmektedir. O büyük kitlelerin pratiğinde yaşama bakış açılarının ve ideolojilerin de yerini almıştır.

Yine bu çalışmada gözden kaçırılınan nokta futbolun hayattaki ilişkilere çok benzeyen bir kurguyu taşıdığıdır. Yeterince yardımlaşmayan gruplar kaybederken futbolda da bu böyledir. Yeterince koşuşturmayan insanlar bu yüzyılın hızının gerisinde kalacağından hayatın dışına itileceği gibi futbolda da bu böyledir. Eğer yeterince teknik değilsen yani düz bir insansan yaşamın sana sunacağı hediyeler az olacaktır, bu futbolda da böyledir. Eğer başarılı olmak istiyorsan sürekli birilerini ya geçmek zorundasın ya üstünden atlamak durumundasın ve futbolda da bu böyledir. Hedefine ulaşmak istiyorsan çok az hata yapman gerekir, yaptığın küçük bir hatada amacın direkten dönebilir. İşte futbolda da bu böyledir. Gerektiğinde sertleşmekten kaçınmayacak mücadele içerisinde olduğun kişilere sert davranmak zorunda kalacaksın, kariyerinin önüne dikilenlerin omuzlarına çıkmak zorunda kalıyorsan bundan kaçınmayacaksın ve işte bu futbolda da böyledir. Eğer bir ortamda öne çıkabilmek için seni izleyenleri yanıltman gerekiyorsa küçük hilelere başvuracaksındır, futbolda da bu böyledir.

Kısacası futbolun bir oyun olarak argümanlarını tek tek ele alıp diğer branşlarla kıyaslarsak hayatın kendisine futbol kadar benzeyen bir spor bulamayacağımızı açıkça görmekteyiz. Bu özellikleriyle futbol gündelik yaşantılarımızın bir aynası haline gelir; onu benimsememiz ve onunla, kendi takımımızla özdeşlik kurmamız kolaylaşır. Bu haliyle tuttuğumuz takım her ne kadar birçok kişiden oluşursa da bir insandır ve o onunla özdeşleşen kişinin bizzat kendisidir. Futbolcunun üzerinden atlayan sağdaki takım arkadaşıyla verkaç yapan da bizzat o takımın taraftarı olan kişidir. Gündelik yaşamında sürdürdüğü eylemler o kişi (futbol takımı) özelinde ülke ve dünya arenasında boy göstermektedir. Dolayısıyla bir futbol taraftarının tuttuğu takım o kişinin küreselleşmiş halidir. Başka hiçbir yöntemle küresel sahnede ben olma duygusunu gerçekleştiremeyen taraftar kendisinin aynı olan bu aygıtla dünyaya karşı kılıcını sallama şansını elde etmektedir. İşte bu onun savaşların makinelere devredildiğinden beri dünya üzerinde var oluşunu kanıtlayan kendisini tüm ülkeye ve dünyaya karşı var olabileceğini gösteren en kahramanca hikâyesidir.

Franclin Foer ise futbolu cemaatleşme olgusu içerisinde ele alarak onun insanlar üzerindeki etkisini açıklamaktadır. Ona göre futbol; Bach ya da Budizm'le aynı değil, fakat genellikle dinden daha derin hissedilen ve en az onun kadar geleneklerden doğan bir cemaat mamulüdür. Ve birçok kültürel grubun hapse girmeden kültürel gururlarını, ifade edebileceği yegâne iki alandı. Bu analiz yine sonuçlar üzerinden yola çıkmaktadır. Futbol hakkında analizlerde bulunanların birçoklarının futbol olgusunu en geniş ve en olduğu gibi anlamlandırma da eksik kaldıkları nokta tamamen sonuçları üzerinden hareket etmeleridir. Bask insanının İspanya'da Athletic Bilbao ve Real Sociedad üzerinden kimliklerini ifade edişlerinde futbol üzerinden kültürel tatmin yine bu sonuçsal analizden doğar. Mümkün olsaydı bu kişiler bu gururlarını başka şeyler üzerinden de yaşayabilirlerdi. Burada futbolun endüstri toplumu sonrası bireyciliğin ve pragmatist gruplaşmanın bir izdüşümü olduğu gerçeği yatmaktadır ki elbette batılı futbol analistleri bunu yadsımayacaklardır.

Foer, biraz daha geriye giderek onun başlangıç noktasında yani bu kadar yaygınlaşmadan önce neden virüs gibi dünyanın dört bir yanına hızla yayıldığı konusunda Suşan Faludi'nin şu görüşünü aktarmaktadır:

"Sanayide iş bulma olanakları, üretimin Üçünücü Dünya ülkelerine kaymasından dolayı azalmış, yani çapları ufalmış, erkekler, erkekliklerini ispat etmenin yeni yollarını bulmak durumunda kalmışlardır. Geleneksel çalışma biçiminin rafa kaldırılmasının ve ataerkil kaidelerinin yerle bir edilmesinin ardından bu adamlar ümitsiz bir şekilde yeniden erkekliklerini ispat etmek istediler. Futbol şiddeti onlara kontrolü ele geçirme konusunda eşine az rastlanır bir fırsat verdi."


Bu açıklama futbol taraftarlığında kümelenişlerin özellikle erkek temelinde gerçekleşmesini anlamamıza yardımcı olur. Yine ona göre bütün bastırılmış, aşağılanmış ve açığa çıkarılamamış duygularımızın, misyonlarımızın pratize edileceği ve ortaya konacağı alan olarak futbol tercih edilmiştir.

Franco tarafından aşağılanan Katalan halkının bu bastırılmış duygularını Barcelona üzerinden kahramanca ortaya çıkartması futbolun doldurmuş olduğu büyük bir boşluğun en önemli örneklerinden birisidir. Celtic ve Rangers taraftarları da İskoçya'da bir mezhep üzerinden normalde rafa kaldırılmış din savaşlarının futbol üzerinden sürdürülmesini temsil ederler. İşte futbolun bir çok yerde dinden öteye derin anlamları barındırdığı ve onun yaşadığımız hayatın aynası olma özelliği taşıdığı gerçeği onun neden bu kadar kolay yaygınlaştığının ip uçlarını vermektedir.

İnternette düzenlenen bir ankette taraftarlardan takımlarına hissettikleri sevginin birkaç nedenini vermelerini istediklerinde soruyu yanıtlayanların yarısı tuttukları takımla birlikte büyüdükleri için o takımı tuttuklarını söylüyor. Bu yönüyle de futbol sadece hayatın kendisine benzemekle kalmıyor, futbol ve insan tek bir vücutta birleşmişçesine birlikte büyüyorlar. Futbolun ve bir takımın yarattığı kurgu insan ömrünün kurgusuyla bire bir örtüşmeye çok müsait olduğu için bu durum insana en evrensel tiyatro  oyununda  yer alma imkânını sağlıyor. Sürekli bir üst lige çıkma, alt kümeye düşmeme, şampiyon olma, ülkesinin bir numarası olma, dünyanın bir numarası olma, yenme-yenilme gibi tüm futbol parametreleri kapitalist düzenin yaratmış olduğu parametrelerle aynı ruhu taşıyor. Bu uyum aslında futbolun kapitalizmin bir öğesi olarak küreselleşmesidir. Çünkü kapitalizm sadece bir iş ve ekonomi olgusu değil insan yaşamının bütün ayrıntılarına sızan top yekun bir ideolojidir, dolayısıyla onun futbol üzerinden bu detaylara sızması da kaçınılmaz olmuştur.

Yazımızı İngiliz yazar John Boynton Priestly'nin futbol hakkında analizinden bir pasaj sunarak tamamlayalım:

"Futbol sizi yeni bir cemiyetin üyesi yapıyor, bütün cemiyet üyeleri bir buçuk saat boyunca bir araya geliyordu. Sadece bu değersiz hayatın büyük bir gürültüyle işleyen çarklarından, işten, ücretlerden, kiradan, işsizlik tazminatlarından, sağlık masraflarından, sigorta poliçelerinden, dırdır eden eşlerden, hasta çocuklardan, kötücül patronlardan, işsiz olmaktan kaçmıyordunuz. Bu kaçışta birçok arkadaşınızla, komşularınızla, kasabanın yarısıyla birlikte yer alıyor, birlikte tezahürat yapıyor, birbirinizin omuzlarına vuruyor, sanki dünyanın hükümdarıymışçasına karşılıklı yargılarda bulunuyor, bir turnikeden geçerek farklı ve baştan aşağı çok daha görkemli bir hayata adım atıyordunuz."

                 * "Futbolun Bir İdeolojik Aygıt Olarak Kullanılması ve Bunun Medyadaki Yansımaları"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Recep İvedik 5 - Türk Sporunun Resmi

Futbolun Politik Yüzü | El Saadi Kaddafi