Size Bir Hikâye Anlatacağım. Bir bayrak hikayesi.



Size bir hikâye anlatacağım. Bir bayrak hikayesi.

                                                                    Büyükbabama. O güzel adama.


Bekleyenlerin öyküsü bu. Vazgeçmeyenlerin. Yıllardır bekleyenler yazdı bu unutulmaz destanı. Ve beklenen gün geldiğinde birçok hikâye buluştu bizimle. 96’dan beri cüzdanda bekleyen bir bilet mesela. Vazgeçmeyen ama zoruna giden bir çocuğun sakladığı. Mezarlıklara koşanları dinledik ağlaya ağlaya. Yıllardır hayalini kurduğu gerçek olduğunda takımının yanında olamayanlara üzüldük hep beraber. Kimi asker ocağında karşıladı şampiyonluğu, kimi dünyanın öteki ucunda.

Bense bir bayraktan bahsedeceğim size. Yıllar önce babam tarafından bir kenara saklanmış, sonra belki de unutulmuş bir bayrak.

Zamanında Trabzonspor fırtına gibi eserken böyle şimdiki baskı bayraklar yoktu. Parça kumaştan yapılan el emeği parlak bayraklar vardı herkesin ellerinde. Kolayına herkesin onlarca bayrağı da olmuyordu ha. Kıymetliydi bayrak. Her sene lazım oluyordu. Saklanmalıydı. Korunmalıydı. Babam da saklamış bayrağını. En kısa zamanda yeniden dalgalandırmak üzere. Bir sene geçmiş sonra on sene. On beş sene derken önce gurbete gidilmiş. Ardından yaş büyümüş. Tribünler terk edilmiş. 96’da hayaller yıkılmış. 2011’de isyan edilmiş. Sonra zaten maça gitmek mesele haline gelmiş.

Ben o bayrakla ne zaman karşılaştım hatırlamıyorum. Gurbette büyürken memlekette kalan birçok şeyi geri döndüğümüzde bulamadığımız oldu. Çocuklar anılarım, ailemin gençliğine dair pek çok şey ya kayboldu ya atıldı. Ama bayrak hep oradaydı. Herhangi bir bilinçle korunmadı yani en başında ama kimse de onu diğer şeyler gibi atmadı ya da vermedi. Ama sonra aklım kesmeye başladığında tek bi derdim oldu. O bayrağı yeniden dalgalandırabilmek. Babamın peşinde koştuğu bayrağı devralıp gururla onunla gezebilmek.

Benim öyle babamın omzunda maça gitme anılarım yok. Hatta ergenken başka renklerin sevdiğimi düşündüğüm bile oldu. Ama başarı odaklı bir hayranlık olunca ve herhangi bir aidiyet olmayınca geldiği gibi gitti o sevmeler. Sevdiğini sanmalar. Üniversite ile birlikte başladı benim gerçek sevdam. Ve o zamandan sonra düştüm bordo mavinin peşine. Ve gurbette doğup büyüdüğü için olmadık işler yapacağını düşündüğüm kardeşimi maçlara sürüklemelerim. Öyle ya beni götürmediler. Çok geç anladım konuyu. Kardeşim sevmeliydi maviyi ve bordoyu. Sevdi de. Ve dedim ki babam ve kardeşim görmeliler bu bayrakları her yerde yeniden.

Bi ara memleketteki o bayrakla yeniden karşılaştığımda (bundan birkaç yıl önce) satayım ben bunu dedim. Kim bilir kaça okuturum. Nasılsa nasip olmayacak. Nasip etmeyecekler. Sonra kıyamadım. Aile yadigarıdır dedim. Sakladım.

En çok 2020’de evet dedim. Olacak. Bir de memleketteyim o aralar. Kentimde karşılayacağım şampiyonluğu ve bütün aile kutlayacağız. Kardeş, kuzen, komşu hep beraber sokaklara çıkacağız. Yine olmadı. Oldurmadılar. Kuzenler balkonlara asılan bayrakları yine boynu bükük söktü. Bir Mayıs daha

zehir oldu. Ben bayrağı hiç çıkarmadım yerinden. Ve döndük yine memleketten gurbete. Seneye artık diye diye. Nasılsa Trabzon da, Trabzonspor da, sevdiklerimiz de oradaydı. Elbet bir gün diye diye.

Ama umut hep vardı değil mi? “Seneye” hep vardı. Güzel güneşli günler görülür müydü bu coğrafyada? Zordu. Ama olmuşluğu vardı. Bu kadar yaklaştıysak yine olacaktı.

Ben hayallerimi hep babam, kardeşim ve ben diyerek kurdum gurbetteyiz diye ama bir de büyükbabam var hikâyenin başka bir yerinde. Onbaşı. Fanatik. Ömrünün yarısından fazlasını gurbette geçirmiş. Çalışmış dilini bile bilmediği yerlerde. Çocuklarını okutmuş. Başlarını sokacak evler yapmış onlara. Şampiyonlukların hiçbirinde belki yurdunda bile değilmiş. Belki çok azını şahit olmuş. O yurda dönmeden çok önce Karadeniz Fırtınası dinmiş. Kuzeyin çocukları hep didinmiş ama bir türlü olmamış. Büyükbabam o hissi yaşayabilmek için hep beklemiş.

Aklım kesip de koskoca büyükbabamın ciddi ciddi maç izlediğini fark ettiğimde çok gülmüştüm. Onbaşı maç izliyor. Hatta yorumları da izliyor. Yorum yapıyor. Transferleri takip ediyor. Ne bileyim komik gelmişti. Sonra hoşuma gitti. Hacı adamsın. Namazında niyazındasın ama futboldan da vazgeçmiyorsun. Helal olsun be Onbaşı. Köyde kimde maç yayını varsa kocamanlar onlarda toplanırlardı. Memleketteyken büyükbabam, babam ve kardeşimi maç izlerken gördüğümde mutluluktan ağlardım. Üç nesil aynı şeyin peşinde. Muhteşem değil mi? Öyleydi. Tabii amcamlar, kuzenler falan da var. Olmaz mı? Ama en büyük hayalim büyükbabam, babam ve kardeşimi takımın şampiyonluğunda görmekti. Bayrak da oradaydı. Bütün kareyi planlamıştım. 2020’de olacaktı. Olmadı.

O sene hayatımıza kovid illetinin girdiği zamandı. Ligler tatil edildiğinde Trabzonspor ya birinci sıradaydı ya iki. Herkes şampiyonluğa garanti gözüyle bakıyordu. Herkes. Biz de. Biz şampiyon olamadık. Büyükbabam kovidi atlatamadı. Bayraklar balkonlardan toplanırken bizim için artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı aşikardı.

İki senenin üstüne bu sene şampiyon oldu. Evet gezdik, bağırdık, çıldırdık. Ama benim aklım hep Çarşıbaşı’nda bir kenarda duran bir bayraktaydı. Ve köyde beni bekleyen büyükbabamda. Herkes sevdiğinin mezarına koştu. Koşabildi. Bense yine beklemek zorundaydım. Günler geçmek bilmedi. O bayrağı almalı, büyükbabama gitmeliydim. Sonunda hafta sonu Trabzon’a gidebildim. Şampiyon kentte dolaştım bir de. Evet çok güzel bir his ama benim aklım köyde bu hissi bir kere daha yaşayamadan kaybettiğimiz büyükbabamdaydı. Sonunda köye gidebileceğim gün geldiğinde üç gündür yakan güneş geldiği gibi gitmiş, hava klasik Trabzon havasına dönmüştü. Yağmurlu ve dumanlı.

“Ne yapacaksın köyde bu havada?” dediler. “Bari biriyle git. Dönemezsin” dediler. Yalnız gittim. Yalnız gitmeliydim.

Göz gözü görmeyen bir sisin içinden gittim büyükbabama. Yağmur ıslatmıştı her yanı. Belki hiçbir zaman birebir yaşayamadığı, elinde taşıyamadığı bayrağı otuz sekiz sene sonra getirdim ona. Beraber sokaklarda yürümekti hayalim. Yayına böyle gelmek nasipmiş. Kupa almışız, bayrak asmışız hepsi

yarım benim için artık. Sadece bu sevinci seninle yaşamanın hissi için geldim yanına. Yoksa bundan sonra ne bayrak umurumda ne de kupa

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Recep İvedik 5 - Türk Sporunun Resmi

Futbolun Politik Yüzü | El Saadi Kaddafi