Bir Hainin Anatomisi


Size dünyanın gelmiş geçmiş en büyük hainlerinden birini anlatmak istiyorum. Hain kimdir? Bir insanın ihanetinin altında yatan nedenler nelerdir? Nasıl olur da bir insan ülkesinin milli kahramanıyken vatan haininin önde gideni olur?
Bu sorulara cevap vermek ve hikayenin geri kalanını anlatmak için önce psikolojik rahatsızlık olan narsist kişilik bozukluğuna değinmemiz gerek.
Narsisizm veya özseverlik, kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması olarak tanımlanan bir terimdir.

İtalyan ressam Caravaggio'nun 1594-1596 tarihleri arasında tamamladığı "Narcissus" (Ya da "Kendine Aşık Olan Adam") adlı yağlıboya tablosu. Eser Roma'daki "Galleria Nazionale d'Arte Antica"da bulunuyor.

Sigmund Freud, Narsisizmi ‘Dış dünyadan soyutlanan libidonun (cinsel enerji) egoya (ben) yönlendirilmesi’ şeklinde açıklamıştır.  Yani libidonun büyük bir depoda toplanır gibi egoda toplanması ve daha sonra nesnelere yönlendirilmesi; fakat kolaylıkla tekrar soyutlanarak egoya yönlenmesi durumudur.
Narsisizmin çok özel bir türü - aşağıda bahsedeceğimiz hikayenin kahramanı da bu tür de bir narsist kişiliğe sahipti- Roma sezarları, Mısır firavunları, diktatörler gibi çok güçlü kişilerde bulunan türüdür. Bu insanlar adeta nefes alıp yürüyen yeryüzü tanrıları gibidirler kendi gözlerinde. Yaşam ya da ölüm gibi önemli doğa olaylarına bile bir tek cümleyle karar verebilmekteydiler. En büyük korkuları güçlerini kaybetmeleri, ölüm, etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olmasıydı. Güçlerinin ve şehvetlerinin bir sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar, sayısız insan öldürüp, sayısız şatolar kurarlardı. Varlıklarının kendilerinin de çözemediği sorununu insan değilmiş gibi çözmeye çalışsalar da aslında durumları düpedüz deliliktir. Dış dünya 'ben' olmadığı için, narsist kişi dış dünyayı anlayamaz/algılayamaz ve bu durum kişide korku yaratır. Diktatör gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve korkak olur.
Narsistik kişilik bozukluğu olan kişiler, başkalarının düşünce ya da isteklerine gereken ilgiyi gösteremeyen kişilerdir. Plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında, gereken ilgiyi göremediklerinde aynı Narkissos gibi erirler, çökerler. Başkalarının hakkına saygı göstermeden ve gerçeklerle bağdaşmasa bile daima kendilerini haklı göstererek ve o hedefi, gerekli emeği vermeden bile hak etmiş sayarak en önde, en gözde ve tek olmak isterler. Kendilerini başkalarının yerine koyamaz ve başkalarını anlayamazlar. Sanki her şey sadece kendileri için vardır ve ne olursa olsun her şeyin kendi amaçlarına hizmet etmesi gerekir. Başkalarının fikir ve hareketleri kendi amaçlarına hizmet ediyorsa vardır, aksi halde bu fikir ve hareketler tahammül edilemez düşüncelerdir. Gerçekle bağdaşmayan, başkalarının zararına olup sadece kendi çıkarlarına uygun, kendi plan ve hedeflerine hitap eden maddi ve manevi kazanç sağlayabilecek plan ve hedeflerine ulaşamadıklarında öfkelerine hakim olamaz, saldırganlaşır, çöker, hatta ağır psikotik durumlara girerler. (Kaynak: Wikipedia)
Buraya kadar alıntılayarak yazdıklarım bundan sonra okuyacağınız olayın temelinde yatan nedenleri anlatmaktadır.
12 Eylül 1905 yılında Fransız işgalindeki Cezayir’de dünyaya gelen bir çocuk Fransa tarihine adını önce altın harflerle ardından kanla yazdıracaktı.
16 yaşında Fransa’nın güney kıyılarında yaşayan amcasının yanına taşınan Villaplane, FC Séte takımında futbola ilk adımını attı. Dönemin İskoç çalıştırıcısı Victor Gibson’un kısa sürede dikkatini çekmeyi başaran Villaplane kısa zamanda A takıma yükseldi. 3 yıl formasını giyip orta sahanın beyni olan Villaplane ardından daha dolgun bir ücret karşılığında ezeli rakip Nimes’e transfer olmuştu. 21 yaşındayken 11 Nisan 1926 yılında Fransa ve Belçika arasında oynanan dostluk maçında ilk kez Fransa Milli takımının formasıyla sahaya çıkan Villaplane Fransa’nın 4-3 kazandığı maçtan sonra “Hayatımın en mutlu günü” demişti. O güne kadar Fransa doğumlu oyuncular dışında hiçbir oyuncunun formasını giymediği Milli takımda ilk Cezayir asıllı futbolcu olarak tarihe geçecekti.
Milli takımda oynamaya başladıktan sonra yıldızı iyice parlayan Villaplane 1929 yılında rotasını başkent Paris’e çeviriyor ve Racing Club de Paris’e transfer oluyordu. Paris’ten aldığı transfer ücretiyle kendisine 10 tane at satın alan Villaplane futboldan uzaklaşıp yeraltı dünyasına doğru ilk adımlarını atmaya başlamıştı.
Racing Club de Paris’e transferinden bir yıl sonra Uruguay’da düzenlenen Dünya Şampiyonasının kadrosuna çağırılan Villaplane takımın başında kaptan olarak sahaya çıkacaktı.

Turnuvanın ilk maçında Meksika’yı Laurent, Langiller ve Maschinot’un iki golüyle 4-1 yenen Fransa diğer iki maçını Arjantin ve Şili’ye karşı 1-0’lık skorlarla kaybedip turnuvaya erkenden veda ediyordu.
Turnuva sonrası ülkesine dönen Villaplane 2 yıl daha Paris’te forma giydikten sonra yasalara göre resmi sözleşmelerin zorunluluk haline gelmesiyle ilk resmi sözleşmesini FC Antibes’le yaptı. FC Antibes’te oynadığı ilk sezonda takımın şampiyon olmasında büyük pay sahibi olan Villaplane’nin foyası çok geçmeden ortaya çıkıyor ve şike yaptığı anlaşılıyordu. Şikeci damgasını yiyen Villaplane takımdan kovuluyor ve yeni durağı Nice oluyordu. Nice günlerinde de antrenmanlara gitmeyen, hipodromda atlarıyla ilgilenen, sürekli yeraltı dünyasının patronlarıyla görüntülenen Villaplane çok geçmeden Nice takımından da kovuluyordu. Son durağı onu keşfeden hocası Victor Gibson’un çalıştırdığı Bastidienne olacaktı. Villaplane için yeniden dirilişin anahtarı olabilecek Victor Gibson oyuncusunun sürekli antrenman kaçırması ve umursamaz tavırları nedeniyle daha fazla dayanamayıp üzülerek onu takımdan kovuyordu.
Villaplane için artık futbolculuk dönemi son bulmuştu. Kendisini tamamen at yarışlarına veren Villaplane at yarışlarında şike yapılmasına neden olduğundan tutuklanarak hapse atılacaktı.
Milli takımda kaptanlığa kadar yükselen bir futbolcu şikeci bir karaktersiz olarak futbol sahalarından uzaklaşıyordu. “Bu noktada darısı ülkemiz de ki şikecilerin başına” demeden edemeyeceğim.
Villaplane hapiste yaşamını devam ettirirken İkinci Dünya Savaşı patlak verdi ve Nazi Almanya’sı Fransa’yı işgal etti. Yer altı dünyasının baronları Nazilerle işbirliği halinde masum insanlara kan kustururken servetlerine servet katıyorlardı. Bu suçlular arasında Henri Lafont adında okuma yazması olmayan yetim bir suçlu ön plana çıkmıştı, Nazilerle giriştiği karaborsacılık faaliyetleri ve birkaç direniş gurubu liderini Nazilere teslim etmesi ona istediği statükoyu ve imtiyazları sağlayacaktı. Henri Lafont Fransız hapishanelerinde yatan adamlarını tek tek dışarıya çıkarıyordu, bunlardan en önemli ikisi yolsuzluktan içeri girmiş olan eski Paris Polis Şefi  Pierre Bonny ve Alxandre Villaplane olacaktı. Yolsuzluk alanında master yapan Villaplane Lafont’un altın satışlarından sorumlu adamı olarak hayatını sürdürmeye başlamıştı.  Savaş bütün hızıyla devam ederken Villaplane’de kötü şöhretini arttırmaya devam ediyordu. 10 Haziran 1944 yılında Limoges yakınlarındaki Oradour-sur-Glane Kasabasında bir katliam gerçekleşiyordu ve bu katliamda 642 kişi hayatını kaybediyordu, katliamda tetiği çekenlerden biri de tahmin edebileceğiniz gibi Alexandre Villaplane’di.



*Oradour-Sur-Glane kasabası bugün halen katliam dönemindeki izlerini taşımaktadır,
ayrıca bu katliamla alakalı çekilmiş belgesel ve filmler bulunmaktadır.

Philippe Aziz, Lafont ve Bonny Çetesi adlı kitabında Villaplane’le ilgili şu hikayeyi anlatmıştır; Villaplane ve üç adamı Yahudilere yardım ettiği söylenen Geneviève Léonard’ın evine dalarlar, evi altüst ederler ama Geneviève evde yoktur, bunun üzerine Geneviève’n 59 yaşındaki annesinin saçlarına ellerini dolar ve sürükleyerek dışarıya çıkarır, komşu çiftlikte iki kişiyi daha rehin alan Villaplane kadına Geneviève’n yerini söyletmek için gözünün önünde komşularına işkence eder ve sonunda makineli tüfeklerle tarayarak öldürür.
Villaplane gitgide daha acımasız biri haline gelmişti. Yaptığı katliamlar sonrası Naziler kurdukları Afrika Direniş Tugayı’nın başına Teğmen olarak Villaplane’i getirecekti. 

Tugay’ın başında da katliamlarına devam eden Villaplane özellikle Yahudi ve Çingeneleri hedef alıyor. Zengin Fransızları da kaçırarak fidye karşılığı serbest bırakıyordu. Emrindeki adamlarına da acımayan Villaplane itaatsizliği ya da yapılan hataları direkt ölümle cezalandırıyordu. Halk tarafından ona SS Mohammed lakabı takılmıştı.
Naziler 4 yıl süren Fransa işgalinin ardından çekilmek zorunda kalıyorlardı. Yeniden yönetimi ele alan Fransızlar ilk olarak savaş dönemi Nazilerle işbirliği yapan vatan hainlerinin peşine düştü. Villaplane kısa sürede yakalanıp hakim karşısına çıkarıldı. Yakalandığı sırada kasasından 400.000 Frank ve mücevherler çıktı. Mahkeme süresince Villaplane’e yönelik suçlamaların ardı arkası kesilmeyecekti. Mahkemede savunması esnasında kendisini bir katil değil bir düzenbaz olarak nitelese de inandırıcı olamayacaktı.
Cezası Ölümdü!
1944 yılında sonra Noel gününde, Villaplane, Lafont, Bonny ve beş diğer suçlu şehir dışında Fort de Montrouge götürüldü ve vurularak öldürüldü.
Futbol sahalarında başlayan kariyer 39 yaşında idam mangası karşısında son buluyordu…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Recep İvedik 5 - Türk Sporunun Resmi

Futbolun Politik Yüzü | El Saadi Kaddafi