1998’den, 2016’ya Fransa - Akçaabat Hattı


1998 Dünya Kupası'nda başlayan hikaye bugüne geldiğimde, öncesine nazaran birazcık duygu eksikliği ile olsa da hala bir parça tuhaf, acayip hatta şimdi adlandıramadığım heyecana ait.
1998 Mayıs’ında semt pazarından annemle bana ve kardeşime aldığımız Fransa 98 tişörtleri beni beklemediğim o tuhaf heyecanların başlamasına götürecekmiş meğer...

Stadyumda başlayan futbol maçında çekirdeğin iştahla tüketilmesi çılgınlığı, her ne kadar şu dönem bende olmasa da çocuk yaşında 98 Dünya Kupası İtalya - Şili maçıyla başlamıştı bizim evde.  Del Piero'nun Pepsi reklamlarında boy göstermesi ona olan hayranlığımı başlatmış fakat beklediğim futbolu oynayamadan İtalya'nın Fransa'ya elenmesi sebebiyle başka taraflara kaymıştı.
Yaklaşık bir ay zaman geçti Trabzon'a gelmiş köyün güzel aloeveralı, biraz da kemreli kokusunu tadarken henüz "Laz" olmayan burnum, 98 Dünya Kupasının finali gelip çatmıştı; Fransa - Brezilya.
Maçın sabahı “Fransa kazanır” diyerek tişörtü giydim. Kupanın provasını lahana fidelerini ve nenem için çok değerli olan pırasa fidelerini kırarak yaptım. Biraz azar, popoma da bir kaç çubuk yiyerek cezamı çektikten sonra akşam oldu. İlk devresini tam seyrettik ama o da ne 10 numara saçı kel olan Zidane iki kafa golüyle 2-0 yaptı. Devrede kanal değiştirdik. Ondan sonra da unuttuk maçı ta ki 80. Dakikaya kadar. Tabi evde erkek olmaması, çocuğun da lafının geçmemesi üzerine… Şans işte, Petit'in attığı son gole vakıf olduktan sonra hikaye başlayıverdi.
Euro 2000
Bu turnuvada Türkiye Milli Takımı da oynuyordu ama bizde şöyle bir huy var ; “Milli takımdan ayrı illa bir takımı daha destekleyeceksin”. 98'den gelen Fransa sempatisi ve Zidane bende ufak bir yer ettiğinden Fransacıydım. Milli takım çeyrek finalde Portekiz'e elenip, Zidane muhteşem frikiğiyle İspanya'yı saf dışı edince Portekiz- Fransa maçı sabırsızlık kelimesinin tam karşılığıydı. Beklediğimize değen maçı tartışmalı penaltıyla Fransa kazanmıştı ve finalde İtalya ile oynayacaktı. 
Bir yıl önce babamı Manchester United ile yenmiştim. Bu yıl ise annemle iddaya tutuştuk. Yenilen tatlı alacaktı. 
Belki de kader vardı... Del Piero karşı karşıya kalıp Barthez'i geçse bu methiyeler düzülmeyecek büyü bozulacaktı. Gol kaçınca 90+3'te Arsenal'li Wiltord golü attı. Altın golü Trezeguet, Arsenal'e gidecek Pires'in pasıyla atarak beni o tuhaf duygunun sevinç mutluluk gibi türevlerine gark ettirecekti.
Fransa çok enteresan bir şekilde bende bir yer edinmişti. 2002'de Zidane sakatlığı doğru düzgün bir maç dahi oynayamaması ve gol atamadan Fransa'nın elenmesi,  2004'de dünyanın bile “inanamadık” dediği Yunanistan şampiyonluğu… Tüm bunlara rağmen İngiltere maçında müthiş geri dönüş ve son dakikada yine bir Zidane frikiği...
Ve geldik 2006 Almanya’ya
Turnuva öncesi grup maçlarında rezaletti Fransa. Hatta öyleki milli takımı bırakan oyuncular yeniden milli takıma çağırıldı. Zidane da dahil döndüler ve dönüşleri yine muhteşem oldu.
Hani derler ya tarihin en iyi Brezilya'sı. Evet 2006 Brezilyası en iyisiydi. El-Fenomeno, R10, Carlos, Cafu, Kaka, Adriano, Robinho... Kupanın ağır favorisini eleyip geçtiler ama Materazzi'yi geçemediler.

Materazzi'nin yediği kafa bütün her şeyi bir anda terse çevirdi. Sanki perdeler kapandı ve tiyatro tadilata girdi. Kadro dağıldı. Faklı arayışlar, hocalar, yeni jenerasyon derken Fransa amiyane tabirle cacık olamayacak bir takıma döndü. 2008, 2010, 2012, 2014 tam 4 turnuva boş çekti Fransa.
Euro 2016, 1998'de olduğu gibi Fransa'da. Yeni bir yolculuk için en iyi yer başladığın yere dönmektir. Belki de 2016’da Fransa için kendilerinin üretmiş olduğu "dejavu" diyebileceğimiz bir turnuva yaşayacağız. Her ne kadar bu 24 takımlı formata pek alışık olmasak da...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Recep İvedik 5 - Türk Sporunun Resmi

Futbolun Politik Yüzü | El Saadi Kaddafi