Futbol ve Din


Danimarkalı ünlü varoluşçu filozof Soren Kierkegaard imanın duygusal boyutunu en sert tonda dile getirmek için “din saçmadır ve tam da bu yüzden yani saçma olduğu için inanıyorum” der. Buradaki saçma tanımı günlük dilde kullandığımız anlamı değil aklı ve bilgiyi aşan, duyularımızla test edilemeyen anlamını karşılamaktadır.

Taraftarı olduğunuz bir futbol takımının çok önemli bir maçında son dakikalarında gol atarak öne geçtiği anı hayal edelim. Gol öncesi pozisyonun gidişatında, kalbimiz hızlı hızlı çarpmakta, tüm dikkatimiz ve benliğimizle, zihnimiz futbolcunun ayağında yuvarlanan topun ardı sıra sürüklenmekte, o an içerisinde kendimize has küçük, gizemli sır dolu bir zaman kulübesi inşa etmekte olduğumuz birkaç saniyeyi hayal edelim. Hangi bilim, hangi deney, hangi akıl yürütme yöntemi ve hangi bilgi bu zaman anlığının sırlarını çözmeye muktedir olabilir? Sadece o anı yaşayanın öznel dünyasında deneyimleyebildiği ve bu takıma bağlılığı bulunmayan açısından hiç bir etkinin oluşmadığı bir zaman dilimidir bu. Bu sahne futbola hiç ilgisi bulunmayan tarafından da tamamen saçma görülebilir ve haklıdır da. Futbol ve din çok farklı iki alana işaret etmekle birlikte bağlılık, inanmışlık, gönül vermişlik bakımından birbirini çağrıştıran özdeşlikler içerirler. Cemaatsel yapılanmaları, liderlik kültleri, kahramanları, idealize eden yapıları hem futbolda hem de dinde kişiye aynı aidiyet duygusunu, kendini güvende ve ortak amaç içerisinde hissetme moralini aşılar.
21. yüzyılda gittikçe yalnızlaşan ve kendi içine sürüklenen insanoğlunun ihtiyaç duyduğu en önemli şey ruhunu bu metalar dünyasından öteye yani metafiziğe ulaştırabilecek yollar açmaktır. Sanatla birlikte din ve futbol da bu kanalları açmakta, bilgiye ve maddeye doymuş, modernitenin mutlak rasyonalitesinden sıkılmış insana rahatlayabileceği alanlar sunmaktadır. Futbol da, din de bir seçimdir. Bir zaman sürecinde, belirli aşamalardan geçerek ulaşılmış bir seçim değil ne zaman ve nerde yapıldığı bilinmeyen ama bir şekilde yapılmış ve daha sonra kanıksanmış bir seçimdir. Ve bu seçimimiz hiç bir objektif kriterle, mantıksal çıkarımlarla açıklanamazlıklar içerir. Başka hiç bir şeyin dolduramadığı bir boşluğu doldururlar ve onların yerine koyulacak başka bir şey olmadığı sürece de her iki olguyu da makulleştirme ve mantık kalıplarına sığdırma çalışmaları anlamsızdır. Karl Marx’ın “...din kitlelerin afyonudur… kalpsiz dünyanın kalbidir...” diyerek dine yüklediği fonksiyon futbol içinde söylenegelmekte ve futbolun kitleleri uyuşturduğu eleştirisi yapılmaktadır. Elbette din bir yönüyle afyondur ve inanan bir kişinin bu nitelemeyi eleştiri olarak değil çıplak bir gerçeklik olarak kabul etmesinde hiç bir sakınca yoktur. Dünyanın acılarından ve kendini evrenin bir gezegeninde köşeye sıkışmış hissedişinden uzaklaşmak ve ruhundaki sonsuzluğa özlem duyan özünü avutmak, onu anlamlandırabilmek, katlanabilmek, can sıkıntısını giderebilmek adına bir kişinin sonsuz bir güce iman etmesinden daha makul ne olabilir? Hangi nesnel gerçeklik ve hangi dünyevi amaç onun bu yönünü teselli edebilir ki? 
O halde futbolun kitlelerin afyonu olduğunu söyleyenler bir futbol tutkunu açısından olumsuz bir söylem olarak görülmemelidir. Günlük yaşantılarımızda bizi aşan ve bugünden yarına değiştirilmesi mümkün olmayan adaletsizliklerden, yoksunluklardan, kötülüklerinden kaçmayı ve belirli zaman dilimlerinde beynimizi uyuşturarak bu kaçışı sağlamayı futboldan daha zararsız ve masum bir şekilde ne sağlayabilir? Üstelik dayanışmayı, toplumsal bağları güçlendirmeyi de beraberinde getiriyor ve ortak bir değer alanı üretiyorsa postmodernist muğlaklıklarda kaybolmuş insanın böyle narkozlara ihtiyacı vardır. 
Siyasal ve ekonomik sorunlarla baş etmede sahte bir tatminlik duygusu uyandırarak onları gerçekten kopartarak pasifize edişi yönüyle dinin ve futbolun olumsuzlanması bir açıdan haklıdır. Fakat her iki olgunun da insanı tüm bu sorunlara karşı motive edecek mevcut paradigmayı ters yüz etme inancını yerleştirecek potansiyelleri de vardır. Tam da dünyevi sorunlarla mücadeleden yorulduğumuzda ve pes etmeye başladığımızda bize yeniden güç verecek öze sahiptirler. Bu uyuşma seansları metalaşan ruhumuzun yeniden parlaması, duygularımızın canlı tutulması açısından futbol ve din insanın gerçek sorunla mücadele etmesinin önünde engel değil doping etkisi de yaratabilir.
Anlatmaya çalıştığım din ve futbolun eşit olduğu aynı bağlamlara sahip olduğu değildir. Her ikisinin de akıl-duygu ikileminde ve mantıksal anlam dünyasını aşarak rasyonalitenin işlemediği korunaklı limanlar oluşturması yönüyle benzerlikler taşıdığıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Recep İvedik 5 - Türk Sporunun Resmi

Futbolun Politik Yüzü | El Saadi Kaddafi